60 lı yıllarda Zonguldak İstanbul seyehati
İşte bir ZONGULDAK NOSTALJİsi...
Bir başka Zonguldak
Zonguldak’lı olupda Güven otobüslerini bilmeyenimiz yoktur herhalde ,
rahmetle andığım babamın, bir İst...anbul yolculuğu öncesi Güven otobüsü önünde çektiği bu fotoğrafı ( Fotoğrafta rahmetli annem ve ben ) siz hemşehrilerimle paylaşıyorum / yıl 1957 Zonguldak
Bir başka Zonguldak
Zonguldak’lı olupda Güven otobüslerini bilmeyenimiz yoktur herhalde ,
rahmetle andığım babamın, bir İst...anbul yolculuğu öncesi Güven otobüsü önünde çektiği bu fotoğrafı ( Fotoğrafta rahmetli annem ve ben ) siz hemşehrilerimle paylaşıyorum / yıl 1957 Zonguldak
Yazımda , çocukluğumdaki Zonguldak - Istanbul – Zonguldak yolculuklarından aklımda kalanları da kısa olarak bu resimle birlikte az çok özetlemeye çalıştım.
Bu fotoğraf bana çok şey anlatıyor...
Bir varmış... bir yokmuş....takvimler 1950 lerin sonu ...1970 li yılların başına uzanırken ...
Zonguldak - İstanbul arası 430 km , otobüsle dolu dolu 10 saat kadar sürerdi.. ya Gaca dağından veya Ereğli yolundan gidilirdi. İkiside keskin virajları ve uçurumlarıyla ünlü dar, şose yollardı. 63 km uzaklıktaki Ereğliye bile ulaşmak 3,5 saat kadar alırdı.
Burunlu bu otobüslerin şöför mahalli temiz ve şatafatlı olurdu. Benim her seferinde şöför mahalline bakmak nedense çok hoşuma giderdi. Her tarafı aynalar, nazarlık ve renkli boncuklarla bezenmiş olur, koltuğun üzerinde dantel kılıflı küçük bir de yastık bulunurdu. Ön cam iki parçadan oluşurdu, bu iki camı bölen orta direkte külah şeklinde, dikiz aynasının hemen altında helezon tel içine oturtulmuş, renkli bir saksı olurdu. Buna da asılı püsküllü tesbih yolculuk esnasında o tümsekli yollarda şakır şakır sallanır, şöförleri nedense rahatsız etmezdi.. Otobüsün ya ön veya arkasında herhangi bir yerde küçük de olsa bir ‘ Maşallah’ yazısı her zaman vardı. Otobüsün arka kapısının hemen arka sırası, cam kenarı muavine aitti. Onun oturduğu yerin altında tahta kutu içinde aletler, yanında yağlı bezlere sarılı bir tahta takoz ve tahrik kolu bulunurdu. Bu en arka sıranın koltuk arkalarında yine bir ..iki yedek lastik olurdu.
Tekerleklerin şambiyel denilen iç lastikleri vardı. şişkinliğini bunlar verirdi. O acımasız yollarda patlama olasılığı yüksekti. O lastikler defalarca yamanır. Lastiğin yaması fazlalaşınca, plajlarda can kurtaran simiti olarak insanları taşımaya devam eder veya kırpılıp kırpılıp diğer lastiklerin yamanmasında, veyahutta ince ince dilimlenip “kuş lastiği” veya diğer tabiriyle “sapan” lastiği yapılırdı. Çoğu siyah rekli olan bu iç lastiklerin dışında kavuniçi renkli olanları vardı ki , zamanın çocukları için bu renk sapan için çok makbuldü nedense
Otobüslerin motoru evvelce önden insan gücü ile çevrilen manivela ( yöremiz Zonguldağın tabiriyle "tahrik kolu" ) denilen bu demir çubuklarla otobüsün ön tarafından ( kaput) motor aksamına sokularak adapte edilir ve mümkün olduğu kadar hızlı çevrilerek çalıştırılırdı .Genelde otobüs muavini dikkatli olunması gereken bu işi üstlenir, kan ter içinde tahrik kolunu çevirirken, etrafı meraklı insanlarla dolardı. Motor çalıştığı anda tahrik kolu geri tepebilir, sakatlık yaşanabilirdi . Bir iki kez deneyen zaten yorulurdu, çalıştıramazsa başkası gelir denerdi. Çalıştıran her zaman alkışlanır, becerdiği için sırtı sıvazlanırdı. Bu hani biraz da erkekler arasında kuvvet gösterisine dönüşürdü Kalkış Zonguldak Ulu Cami , Üzülmez deresi kambur köprünün berisinden olurdu. Bavullar, çuvallar otobüsün üstüne yerleştirilir, yeşil-gri brandalarla örtüldükten sonra sicimlerle sıkı sıkıya sucuk gibi bağlanırdı. Motor çalışıp yolcular yerlerini aldıktan sonra, uzun uzun kornaya basan şöför havaleli otobüsü gururla yavaş yavaş hareket ettirir, yolcu acentasından bir kişi alelacele sürahi dolu suyu otobüsün ardından savurup ' su gibi gidin ' duasıyla yolcularını uğurlardı.
Gaca dağı aşılır ( sert geçen kışlar genelde bu düzergah kullanılmazdı ). Aşırı şekilde yüklü ve eski olan otobüsler gaca dağındaki yokuşlarda inim inim inler, tırmanmakta zorlanınca, çok kez genç erkekler otobüsten iner, güle oynaya otobüse iterek destek veririler, tepede tekrar binerlerdi. O kadar yavaş ilerlerdik ki, sanki o yollar bitmeyecek gibi gelirdi. Yollar keskin virajlı ve çukur-tümsek dolu şose olduğundan, yolculukta çok kişinin midesi alt üst olurdu. Bu yüzden herkese yolculuk öncesi kese kağıdı dağıtılırdı.
Şöförlerin inancına göre Beycuma yolundaki yaylada otobüsleri bekleyen görme özürlü kişi için muhakkak yolcular arasında üç beş kuruş para toplanır, toplanan para oradan geçerken şöför tarafından amaya uzatılır, yolculuğun kazasız belasız geçmesi için duası alınırdı. Mevsime göre, kah tozlu.. kah çamurlu bu yollarda sürüleri otlatan köylü çocukları otobüse tiz sesleriyle avaz avaz "gaaasteee.. gaaaasteee.. '' diye bağırırlar, bazı yolcular üst camı sürüp, çoğu siyah önlüklü bu çocuklara okudukları gazete ve mecmuaları atarlardı. Otobüsün motor ve tekerlek sesleri arasında, arkadan çocukların inden inden gazete paylaşma kavgası duyulurdu. Arada bir, İri iri çoban köpekleri otobüsün yanı sıra metrelerce koşar, tekerleklere dalıp dalıp havlarlardı. Ereğli yolundaki Aslan çeşmesinde bazen kısa bir sigara molası olur, şişeler buz gibi suyla doldurulur,yüzler yıkanır insan biraz olsun kendine gelir, ferahlardı.
Nihayet Düzce'ye varıldığında, ana yol üzerinde, hemen sağdaki toprak meydanda mola verilir, yolcular yemek ve tuvalet ihtiyaçlarını karşılarlardı. Otobüs, daha meydana girip 'Çoban lokantası' önünde yerini almadan hapörlörden:
" fu !! fu !! Zonguldak'dan Istanbul'a gitmekte olan sayın Güven otobüsü yolcuları, kaptanınız yarım saat istirahat molası vermiştir . Lokantamızda her türlü ihtiyacınızı karşılayabilirsiniz "anonsunu duyardık.
Toz toprakdan rengini keybetmiş otobüs; su ve fırçalarla alel acele yıkanır temizlenir. Ön kaput açılır, motor soğumaya bırakılırdı.
Yarım saat süren yemek molasının ardından:
Yine o ses ; "fu ! fu ! Zonguldak'tan İstanbul istikametine gitmekte olan sayın Güven otobüs yolcuları, lütfen yerlerinize, kaptanınız hareket etmek üzeredir - şirketimiz hayırlı yolculuklar diler"
anonsun hemen arkasından kaptan şöför ve muavin beraberce motoru yine çalıştırır, şöför kornaya kısa kısa basarak yolcularını son kez çağırırdı. Muavinin yolcu sayımında nedense bir yolcu hep geç gelir, bekleyen yolcular homur homur ederlerdi . Nihayet Düzce’de asfalta koyulan bu burunlu otobüs hızını biraz olsun alır, diğer istikametlerden gelen otobüslere katılır, ip gibi uzun bu yolda , sağlı sollu kurutulmaya bırakılmıs tütün seraları arasında süzülürdü.
Yolculuk sürecinde otobüste mısır ekmeği, simit , pohça , keş ( Zonguldak yöresi yağsız kuru peynir ) , taze salatalık, domates gibi şeyler yenir. Ses, Hayat mecmuası, Hürriyet , Yeni Sabah, Yeni Gün gibi gazeteler okunurdu. Biz çocuklar her ne kadar istenmesede Teksas , Tommiksimizi yanımızdan eksik etmezdik.
Radyolar da neşeli türk halk müziği veya türküler çalardı. 1960 yıllardan sonra yolculuk eğer cumartesine denk geldiyse, rahmetli "Zeki Müren'le başbaşa" şöförlerin vazgeçilmez programıydı. O zamanlar her şöför "gözünüz yolda kulağınız bende olsun sevgili şöför kardeşlerim'i bilirdi. Rahmetli „Orhan Boran ve Yuki” de aynı zamanların radyoda sevilerek dinlenen programlarından bir tanesiydi.
İzmit'e ( Kocaeli) ulaşıldığında şehir içinde yavaşlayan otobüslere seyyar satıcılar hücum eder, bir çırpıda pencerelerden pişmaniyeler, lokumlar satın alınırdı. Şöförden torpilli satıcılar yavaşlayan şehir trafiğinde ön kapıdan otobüse dalar, şehir çıkışına kadar apar topar satışını yapar, arka kapıdan yine inerdi..
Istanbul'a yaklaştığımız, Tünele girişle başlardı. Tünel çıkışı artık İstanbul kabul edilirdi. Yolculukdan bitkin düşen yolcular arasında yavaş yavaş kıpırdamalar başlardı. Muavin elinde PE RE JA kolonyası önden arkaya yolculara ikram da bulunurdu. Otobüsün içi birden mis gibi limon kolonyası kokardı.
İlk yolcu indirme anadolu tarfında yapılırdı. Boğaz köprüsü daha olmadığından Üsküdar'dan, daha sonraları Harem'den araba vapurlarıyla Rumeli tarafına Kabataş veya Sirkeci'ye geçilirdi. Sıra sıra araçlar araba vapuruna dizilip yerlerini aldıktan sonra, uzun.. uzun.. kalın düdüğünü çalarak boğazı geçen, yağ, boya ve mazot karışımı kokan vapurda, sarı prinç tepside, üzerleri tabaklarla kapalı, yanında limon, çay bardaklarını sağa sola - yukarı aşağı sallayarak, ha döküldü ha dökülecek dolaşan beyaz önlüklü çaycıdan demli çay içmemek olmazdı. Çoğu kişi otobüsünden iner, martıların çığlıkları arasında alaca karanlığa gömülen İstanbul boğazının serin ve deniz kokan, tuzlu zerreciklerini yüzünde hisseder, ıslak ve kısık gözlerle pır pır ışıldayan o muhteşem boğaz manzarasını seyrederdi ....
Topkapı surlarındaki şehirler arası otobüs meydanı son durakdı; herkes 10 saatlik uzun yolculuğun ardından şöförle vedalaşır, muavinin, otobüsün üstünden aşağıya uzattığı valizini torbasını alan, yorgun argın Avrupa yakasının her bir yerine dağılırlardı.
Memleketime Himalaya’ların ardından selam ve sevgiler, dostlar.
Yıldırım Özener / eylül 2013 Changsha – Çin Halk Cumhuriyeti
zonguldaknostalji.com
Bu fotoğraf bana çok şey anlatıyor...
Bir varmış... bir yokmuş....takvimler 1950 lerin sonu ...1970 li yılların başına uzanırken ...
Zonguldak - İstanbul arası 430 km , otobüsle dolu dolu 10 saat kadar sürerdi.. ya Gaca dağından veya Ereğli yolundan gidilirdi. İkiside keskin virajları ve uçurumlarıyla ünlü dar, şose yollardı. 63 km uzaklıktaki Ereğliye bile ulaşmak 3,5 saat kadar alırdı.
Burunlu bu otobüslerin şöför mahalli temiz ve şatafatlı olurdu. Benim her seferinde şöför mahalline bakmak nedense çok hoşuma giderdi. Her tarafı aynalar, nazarlık ve renkli boncuklarla bezenmiş olur, koltuğun üzerinde dantel kılıflı küçük bir de yastık bulunurdu. Ön cam iki parçadan oluşurdu, bu iki camı bölen orta direkte külah şeklinde, dikiz aynasının hemen altında helezon tel içine oturtulmuş, renkli bir saksı olurdu. Buna da asılı püsküllü tesbih yolculuk esnasında o tümsekli yollarda şakır şakır sallanır, şöförleri nedense rahatsız etmezdi.. Otobüsün ya ön veya arkasında herhangi bir yerde küçük de olsa bir ‘ Maşallah’ yazısı her zaman vardı. Otobüsün arka kapısının hemen arka sırası, cam kenarı muavine aitti. Onun oturduğu yerin altında tahta kutu içinde aletler, yanında yağlı bezlere sarılı bir tahta takoz ve tahrik kolu bulunurdu. Bu en arka sıranın koltuk arkalarında yine bir ..iki yedek lastik olurdu.
Tekerleklerin şambiyel denilen iç lastikleri vardı. şişkinliğini bunlar verirdi. O acımasız yollarda patlama olasılığı yüksekti. O lastikler defalarca yamanır. Lastiğin yaması fazlalaşınca, plajlarda can kurtaran simiti olarak insanları taşımaya devam eder veya kırpılıp kırpılıp diğer lastiklerin yamanmasında, veyahutta ince ince dilimlenip “kuş lastiği” veya diğer tabiriyle “sapan” lastiği yapılırdı. Çoğu siyah rekli olan bu iç lastiklerin dışında kavuniçi renkli olanları vardı ki , zamanın çocukları için bu renk sapan için çok makbuldü nedense
Otobüslerin motoru evvelce önden insan gücü ile çevrilen manivela ( yöremiz Zonguldağın tabiriyle "tahrik kolu" ) denilen bu demir çubuklarla otobüsün ön tarafından ( kaput) motor aksamına sokularak adapte edilir ve mümkün olduğu kadar hızlı çevrilerek çalıştırılırdı .Genelde otobüs muavini dikkatli olunması gereken bu işi üstlenir, kan ter içinde tahrik kolunu çevirirken, etrafı meraklı insanlarla dolardı. Motor çalıştığı anda tahrik kolu geri tepebilir, sakatlık yaşanabilirdi . Bir iki kez deneyen zaten yorulurdu, çalıştıramazsa başkası gelir denerdi. Çalıştıran her zaman alkışlanır, becerdiği için sırtı sıvazlanırdı. Bu hani biraz da erkekler arasında kuvvet gösterisine dönüşürdü Kalkış Zonguldak Ulu Cami , Üzülmez deresi kambur köprünün berisinden olurdu. Bavullar, çuvallar otobüsün üstüne yerleştirilir, yeşil-gri brandalarla örtüldükten sonra sicimlerle sıkı sıkıya sucuk gibi bağlanırdı. Motor çalışıp yolcular yerlerini aldıktan sonra, uzun uzun kornaya basan şöför havaleli otobüsü gururla yavaş yavaş hareket ettirir, yolcu acentasından bir kişi alelacele sürahi dolu suyu otobüsün ardından savurup ' su gibi gidin ' duasıyla yolcularını uğurlardı.
Gaca dağı aşılır ( sert geçen kışlar genelde bu düzergah kullanılmazdı ). Aşırı şekilde yüklü ve eski olan otobüsler gaca dağındaki yokuşlarda inim inim inler, tırmanmakta zorlanınca, çok kez genç erkekler otobüsten iner, güle oynaya otobüse iterek destek veririler, tepede tekrar binerlerdi. O kadar yavaş ilerlerdik ki, sanki o yollar bitmeyecek gibi gelirdi. Yollar keskin virajlı ve çukur-tümsek dolu şose olduğundan, yolculukta çok kişinin midesi alt üst olurdu. Bu yüzden herkese yolculuk öncesi kese kağıdı dağıtılırdı.
Şöförlerin inancına göre Beycuma yolundaki yaylada otobüsleri bekleyen görme özürlü kişi için muhakkak yolcular arasında üç beş kuruş para toplanır, toplanan para oradan geçerken şöför tarafından amaya uzatılır, yolculuğun kazasız belasız geçmesi için duası alınırdı. Mevsime göre, kah tozlu.. kah çamurlu bu yollarda sürüleri otlatan köylü çocukları otobüse tiz sesleriyle avaz avaz "gaaasteee.. gaaaasteee.. '' diye bağırırlar, bazı yolcular üst camı sürüp, çoğu siyah önlüklü bu çocuklara okudukları gazete ve mecmuaları atarlardı. Otobüsün motor ve tekerlek sesleri arasında, arkadan çocukların inden inden gazete paylaşma kavgası duyulurdu. Arada bir, İri iri çoban köpekleri otobüsün yanı sıra metrelerce koşar, tekerleklere dalıp dalıp havlarlardı. Ereğli yolundaki Aslan çeşmesinde bazen kısa bir sigara molası olur, şişeler buz gibi suyla doldurulur,yüzler yıkanır insan biraz olsun kendine gelir, ferahlardı.
Nihayet Düzce'ye varıldığında, ana yol üzerinde, hemen sağdaki toprak meydanda mola verilir, yolcular yemek ve tuvalet ihtiyaçlarını karşılarlardı. Otobüs, daha meydana girip 'Çoban lokantası' önünde yerini almadan hapörlörden:
" fu !! fu !! Zonguldak'dan Istanbul'a gitmekte olan sayın Güven otobüsü yolcuları, kaptanınız yarım saat istirahat molası vermiştir . Lokantamızda her türlü ihtiyacınızı karşılayabilirsiniz "anonsunu duyardık.
Toz toprakdan rengini keybetmiş otobüs; su ve fırçalarla alel acele yıkanır temizlenir. Ön kaput açılır, motor soğumaya bırakılırdı.
Yarım saat süren yemek molasının ardından:
Yine o ses ; "fu ! fu ! Zonguldak'tan İstanbul istikametine gitmekte olan sayın Güven otobüs yolcuları, lütfen yerlerinize, kaptanınız hareket etmek üzeredir - şirketimiz hayırlı yolculuklar diler"
anonsun hemen arkasından kaptan şöför ve muavin beraberce motoru yine çalıştırır, şöför kornaya kısa kısa basarak yolcularını son kez çağırırdı. Muavinin yolcu sayımında nedense bir yolcu hep geç gelir, bekleyen yolcular homur homur ederlerdi . Nihayet Düzce’de asfalta koyulan bu burunlu otobüs hızını biraz olsun alır, diğer istikametlerden gelen otobüslere katılır, ip gibi uzun bu yolda , sağlı sollu kurutulmaya bırakılmıs tütün seraları arasında süzülürdü.
Yolculuk sürecinde otobüste mısır ekmeği, simit , pohça , keş ( Zonguldak yöresi yağsız kuru peynir ) , taze salatalık, domates gibi şeyler yenir. Ses, Hayat mecmuası, Hürriyet , Yeni Sabah, Yeni Gün gibi gazeteler okunurdu. Biz çocuklar her ne kadar istenmesede Teksas , Tommiksimizi yanımızdan eksik etmezdik.
Radyolar da neşeli türk halk müziği veya türküler çalardı. 1960 yıllardan sonra yolculuk eğer cumartesine denk geldiyse, rahmetli "Zeki Müren'le başbaşa" şöförlerin vazgeçilmez programıydı. O zamanlar her şöför "gözünüz yolda kulağınız bende olsun sevgili şöför kardeşlerim'i bilirdi. Rahmetli „Orhan Boran ve Yuki” de aynı zamanların radyoda sevilerek dinlenen programlarından bir tanesiydi.
İzmit'e ( Kocaeli) ulaşıldığında şehir içinde yavaşlayan otobüslere seyyar satıcılar hücum eder, bir çırpıda pencerelerden pişmaniyeler, lokumlar satın alınırdı. Şöförden torpilli satıcılar yavaşlayan şehir trafiğinde ön kapıdan otobüse dalar, şehir çıkışına kadar apar topar satışını yapar, arka kapıdan yine inerdi..
Istanbul'a yaklaştığımız, Tünele girişle başlardı. Tünel çıkışı artık İstanbul kabul edilirdi. Yolculukdan bitkin düşen yolcular arasında yavaş yavaş kıpırdamalar başlardı. Muavin elinde PE RE JA kolonyası önden arkaya yolculara ikram da bulunurdu. Otobüsün içi birden mis gibi limon kolonyası kokardı.
İlk yolcu indirme anadolu tarfında yapılırdı. Boğaz köprüsü daha olmadığından Üsküdar'dan, daha sonraları Harem'den araba vapurlarıyla Rumeli tarafına Kabataş veya Sirkeci'ye geçilirdi. Sıra sıra araçlar araba vapuruna dizilip yerlerini aldıktan sonra, uzun.. uzun.. kalın düdüğünü çalarak boğazı geçen, yağ, boya ve mazot karışımı kokan vapurda, sarı prinç tepside, üzerleri tabaklarla kapalı, yanında limon, çay bardaklarını sağa sola - yukarı aşağı sallayarak, ha döküldü ha dökülecek dolaşan beyaz önlüklü çaycıdan demli çay içmemek olmazdı. Çoğu kişi otobüsünden iner, martıların çığlıkları arasında alaca karanlığa gömülen İstanbul boğazının serin ve deniz kokan, tuzlu zerreciklerini yüzünde hisseder, ıslak ve kısık gözlerle pır pır ışıldayan o muhteşem boğaz manzarasını seyrederdi ....
Topkapı surlarındaki şehirler arası otobüs meydanı son durakdı; herkes 10 saatlik uzun yolculuğun ardından şöförle vedalaşır, muavinin, otobüsün üstünden aşağıya uzattığı valizini torbasını alan, yorgun argın Avrupa yakasının her bir yerine dağılırlardı.
Memleketime Himalaya’ların ardından selam ve sevgiler, dostlar.
Yıldırım Özener / eylül 2013 Changsha – Çin Halk Cumhuriyeti
zonguldaknostalji.com
60 lı yıllarda Zonguldak İstanbul seyehati
Reviewed by zubizup
on
12:50
Rating:
Hiç yorum yok: